Bir tane sana, bir tane şuraya, bir tane buraya…PARÇA PARÇA
Sizce de her bir özlemimize, birer parçamızı teslim etmiyor muyuz? Yoksa sadece ben miyim bu kadar dilimlenen?
Bizim gibi fazla bağımsız yetiştirilen ve yaşayan insanların ortak sorunu da bu işte. Bağımsız olduğumuzu sanarken, yüzlerce bağ kurmuş oluyoruz aslında. En sağlam bağ da; bir parçanızı teslim etmektir sevdiğiniz her şeye. Hep demez miyiz “Gidiyorum ama bir parçam seninle kalıyor…” diye. İşte tam olarak bundan bahsediyorum. Anneciğimizde bir tane, kahraman babamızda bir tane, canımız gibi sakındığımız kardeşimizde, dostumuzda hatta hayalimizdeki işimizde bile bir tane… Biz değil miyiz sevdiğimizi kapıdan uğurlarken, yüreğimizden bir parça koptuğunu hisseden? Ve o an yeniden özleyen? Evet, ta kendisiyiz. En duygusuz, soğuk ve güçlü görünenimizin bile vardır parçası bir şeylerde veya birilerinde…
Peki ya şehirler? İşte bu noktada kitlendim, birkaç duyguyu aynı anda yaşıyorum. Gülümsüyor muyum yoksa gözlerim mi yanıyor emin değilim. Belki inanması güç ama benim en büyük parçam; “Melekler Şehri…”’ne ait.
İnsanız. Elbette hatalar yapacağız, sonra dersler alacağız ve sonra yeni hatalar yapacağız…
Sımsıcak bir Ankara güneşi… Samimi, minik, güvenli Başkent’imiz… Canım babam, dizlerinin dibinde kalmamı deliler gibi istemesine rağmen benim “Rüya Şehri”’m için bir telaş son hazırlıklara koşturuyor. Annem, manevi teyzem&amcamlar ve arkadaşlarım… Bir yanımız hep birlikte kalmak istese de, “Sevdiğimiz insanlar mutlu olsun yeter…” felsefesi ile sessizliği hiç birimiz bozmuyoruz. Neyse, lafı çok uzatmayım, parçalarımı geride bıraktığım sevdiklerime bölüştürdükten sonra heyecanla biniyorum uçağa. Destination: Los Angeles.
Burası, asla doğru ve yeterli kelimelerle tarif edemeyeceğim, dünya üzerindeki “cennet”. Burası, çok güzel dostlukların yaşandığı, yeni bağların kurulduğu yer. Değerlerini geç anladığınız ama anladığınız andan itibaren de bir daha asla unutmadığınız fedakârlıklar, iyilikler yaşadığınız yer. Şehir desek zaten pırıltılar, ışıltılar şehri. Havası, suyu, pozitif enerjisi, gülen yüzleri ile adeta bir “Rüya Şehri”. Ben maalesef tadını tam anlamıyla çıkartamadan, kısa denilebilecek bir sürede bu cennetten ayrıldım. Verdiğim saçma bir karardan dönemeyip, terk ettim ama sırtımı dönerken de sanki kolumu kestim bıraktım, yüreğimi bıraktım. Böyle nasıl desem, büyük bir parçamı bıraktım.
Farkında olmadan da olsa hissediyoruz sanırım özleyeceğimiz kimseleri veya şehirleri ki yine farkında olmadan tahminimizin ötesinde bir parçamızı bırakıyoruz onlara. Sanki tamamen kopmaya korkuyoruz ve bir geri dönüş umudu, bir geri dönüş kapısı gibi bırakıyoruz bu parçalarımızı. Başka açıklaması olamaz. Dedim ya; bir bağ oluşuyor sevdiğimiz şeylerle ve o bağı bıçak gibi kestirip atamıyoruz, kesemiyoruz, kesmiyoruz. İşte benim L.A.’im de böyle… Benim en büyük dilimim… Hep açık kalan, üzerine planlar yapılan, hayaller kurulan kapım…
“E madem öyle, neden döndün, neden geri gitmiyorsun kızım…” gibi şeyler mırıldanıyorsunuz ve ben bunları duyuyorum şuan. Bir hataydı, bir yanlışlık, bir saçmalıktı yaptım. Her insan gibi, basiretim bağlandı sanırım ne diyeyim. O nedenle size tavsiyem; siz siz olun, bir karar verirken çok iyi düşünün. Yanlış kararlara da pişman olmayın ama. Hayat bu, her şeyin bir çaresi, yolu vardır. Asla vazgeçmeyin hayallerinizden, sevdiklerinizden. Nasıl olsa bırakacaksınız o özlemlerinize birer parçanızı. Dönüş kapınızı… Ona tutunun.
Ben mi? Ben, Sezen Aksu’nun en sevdiğim şarkısı olan “Küçüğüm” şarkısını kendime armağan ederek diyeceğim ki; “küçüğüm daha çok küçüğüm bu yüzden saçmalamam…” ve “Melekler Şehri”ne kavuşacağım günü bekleyeceğim. Kavuşacağım da. Çünkü benim gibiler için felsefe her ne kadar “I want to travel the world” de olsa, “Final Destination” her zaman Los Angeles’dır.
Bu da benim size sen samimi itirafımdır.
Size iyi dilimlenmeler…
İREM GÜRSOY
Kasım, 2012
iremgursoy@alaturkaonline.com