Yeni Nesil Medya. Hayrullah Mahmud yazdı.
SANAL GAZETELER, KAĞIDA BASILI GAZETELERİN PABUCUNU DAMA ATAR MI YA DA MEDYA TÜKETİCİLERİNİN YENİ TERCİHİ?!
Yeni Nesil Medya?!
Medya dünyasında yaşanan “sanal rekabet” bağlamında kısa bir ufuk turu…
Amerikan Tiraj Denetleme Bürosu’nun raporuna göre “kağıda basılı gazeteler”in satış rakamları her geçen gün biraz daha düşüyor.
NTVMSNBC’nin sitesinde yayınlanan haberin devamında, şu satırlar yer alıyor:
“Başta gençler olmak üzere, her geçen gün daha fazla insan haber almak için internete yöneliyor. ABD’de gazetelerin son altı ayda hafta içi satışları ortalama yüzde 2.6, hafta sonu ise yüzde 3.1 oranında düştü. İnternetin yaygınlaşması, gazeteciliği her geçen gün daha az karlı bir sektör haline getiriyor. ABD genelinde en fazla satış yapan USA Today gazetesi yüzde 0.6’lık düşüşle şu an 2 milyon 296 bin 335 tiraja sahip. Wall Street Journal’ın günlük satışı yüzde 1.1’lik azalmayla 2 milyon 83 bin 660’a gerilerken, New York Times da yüzde 0.5’lik düşüşle günde ortalama 1 milyon 126 bin 190 adet satıyor. Büyük gazetelerin tirajındaki düşüş nispeten az, küçük ölçekli gazetelerin tirajlarındaki düşüş ise çok fazla. New Jersey’de yayımlanan Star-Ledger gazetesi yüzde 8’lik tiraj kaybına uğrarken, San Francisco Chronicle’ın tiraj kaybı yüzde 16.4’e ulaştı!”
Ne dersiniz?!
Sizce de “kağıda basılı gazete”ler, iddia edildiği gibi “sanal gazete”lere yenilecekler mi?!
İşte bu anlamda,“Kağıdı basılı gazeteler, nasıl bir evrim geçirmeli ki, sanal gazetelere yenilmesin?” sorularına cevap olabilecek, birkaç satır…
Türkiye’de günde ortalama 1 milyon gazete satmak hayal mi?!
Kesinlikle hayır!
Neden mi?!
Anlatayım:
1 MİLYON GAZETE SATMAK
Önceden, Türkiye’de daha yüksek rakamlı gazete satışlarının yapıldığı da görüldü.
Günde bir, 1 buçuk, iki, 2 buçuk milyon gazetenin satıldığı günler de oldu.
Ama bu rakamların hiçbiri kalıcı olmadı…
Olamadı!..
Yapılan yanlış promosyonlar nedeniyle, sabun köpüğü misali hepsi bir anda uçup gitti.
Ne var ki, günde ortalama 1 milyon satış rakamını yakalamak hiç de hayal değil!
Hem de iletişim araçlarının bu kadar çeşitlendiği, bollaştığı günümüzde…
Zira…
Cumhuriyetin ilk 25 yılında, “Basın”ın üzerine büyük bir dikkatle eğilinildi!
Halbuki o dönemde, halkın büyük çoğunluğu okur-yazar bile değildi.
1928 yılı ise Arap Alfabesi’nden Latin Alfabesi’ne geçildiği yıllardı…
Okur/yazar oranının resmen sıfırlandığı bir dönemdi bu!..
Millet Mektebi hamlesi eski etkisini yitirmiş, halkın büyük bir çoğunluğu gazete görmeden yaşıyordu…
O günlerin Türkiye’sinde, okuryazarlığın bir “Alfabe” sorunu olmadığı, bir toplumsal gelişme ve ihtiyaçtan doğduğu gerçeği daha anlaşılamamıştı.
Daha doğru bir ifade ile kimse böyle bir gerçeğin farkında bile değildi!
Cumhuriyet’in 15. yılında ülkede yeni harflerle basılan günlük gazete sayısı 250 bin civarındaydı.
Bir başka kaynak ise o yılki gazete satışlarının 65.000 civarında olduğunu yazıyor ama bu bile o dönemin gerçeklerine göre bir hayli uçuk rakam!
1936 yılında, radyolu günler başladı.
Ülke genelindeki radyo sayısı 10.000 civarında…
Günde 25.000 gazete basılıyor.
Türkiye’nin nüfusu ise 15-20 milyon civarında…
İkinci Dünya Savaşı başlangıcında da durum böyle!
Yıl 1948…
İşte bu bir dönüm noktası…
Çok partili döneme geçiliyor. Popüler halk gazetelerinin çıkışı, bu tarihlerde gerçekleşiyor. Günü gününe giden gazeteler ve artan okur kitlesi…
Halka indirgenen habercilik…
Kadına yönelik haberler…
Spor, resimli roman, fotoğraf…
“Halk gazetesi” kavramının pekiştiği o günlerde 100.000’li tirajlara ulaşılıyor.
Radyo o günlerde “Ankara’nın Sesi’ni ulaştırıyordu.
Resmiydi…
Ankara Radyosu ülke yüzölçümünün yüzde 40’ında “net” olarak dinlenebiliyordu.
Radyo sayısı 1954 yılında 90.000…
TRT’nin kurulduğu yıl olan 1964 yılında ise 2.000.000’li rakamlara ulaşmıştı.
Uluslararası ölçeklerde komik rakamlardı bunlar.
Halkın diline “ajans” kelimesi bu dönemde giriyordu…
1968’den sonra Tv’li günler başlıyor ve “Radyo” cihazları demode oluyor.
Yıl 1955; kentleşme ve sanayileşmenin yükseldiği günler başlıyor.
Toplam gazete tirajı 500 binli rakamlara ulaşıyordu.
TEKNOLOJİ VE DEĞİŞİM
Yıl 1964; bu tarihte ilk defa, gazetelerin toplam satışı 1.000.000 rakamını aştı.
Yıl 1977; bu tarihte ise günlük gazetelerin satış rakamları 2.000.000 rakamını aşmayı başardı.
Bu dönemin gazeteleri okura “havadis” vermenin ötesine geçerek, “gönül postası”, “tüketim rehberi”, “dedikodu kaynağı”, “kupon dağıtıcısı”, “renkli albüm” “fikir hocalığı” gibi birtakım yan ürünler sunmaya başladı…
1960-1980 yılları arasında “tefrika roman” artık eski önemini yitirmiş, tiraj aldırmadaki unsurunu kaybetmişti. Artık bunun yerini “Köşe yazıları” almaya başlamıştı.
Köşe yazarlarının yazdığı yazılar olay oluyor; kendi aralarında yaptıkları polemikler gençlerin dilinden düşmüyordu. Hele transfer öyküleri…
12 Eylül 1980 ise kentleşmeye paralel olarak, okuryazarlık oranı yüzde 75’e ulaştı. Televizyon 10 yıl gecikmeyle Türkiye’ye girdi. Hemen herkesin bir Tv sahibi olduğu günler başladı.
Sonrasında hızla, renkli Tv’lerle değiştirildi.
1970’li yılların sonunda ise Ankara’nın sesi Tv’ler izleyiciyi tatmin edemeyince, “video” Türkiye’nin günlük yaşamına girdi.
Ve bir ayrıntı notu; Türkiye’de video cihazına sahiplik oranı, Batı Almanya gibi ülkelerin önüne geçmişti o dönemde.
1980 sonrasında, dergi piyasasında da büyük bir canlılık yaşandı!..
Türkiye’nin kabuğunun değiştiği bir dönem başlamıştı artık…
Teknolojik gelişmenin yakından izlendiği tek alan, 1970’li yıllarda ofset teknolojisine geçen yazılı basındı. 1980’li yıllardaysa iletişim kesiminde gerçek anlamda bir çağ atlama söz konusuydu.
Yıl 1990; Cumhuriyet döneminin iletişim tarihinde 1990 yılı bir dönüm noktası olmuştur. Devletin radyo-tv tekeli, uzaydaki uydularla yıkıldı.
Birçok yerli ve yabancı kanallar…
FM bandından yükselen özel radyoların renkli sesleri…
1990’lı yıllara kadar televizyon vasıtası ile Ankara’dan yansıtılan merkezi gündem… İstanbul’dan büyük iş çevrelerinin görüşlerine, muhalifliği yaşam tarzı olarak benimsemiş yazılı basın… Ankara’nın sesi olan radyo ve televizyonların yerini şimdi özel ve kıyasıya rekabetin yaşandığı yeni bir dönem alıyordu…
İlk özel kanal star Tv kuruldu.
Ne var ki; bir dönem moda olup, sonra demode olan radyolar, şimdi yeniden gündemdelr.
Global haberciliğin lokal ayağını üstlenmiş durumdalar!
Bu anlamda Türk basınının tiraj serüvenine baktığımızda, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel yapımızdaki değişimin gazete tirajlarına birebir yansıdığını görüyoruz.
ÜÇ ELMA MUCİZESİ
Nitekim…
2000’li yıllar ise tüm bu yaşananların ötesinde çok farklı.
Çağa damgasını “internet” vurdu.
Türkiye’de ve dünyada “fiber optik kablolar”ın üzerinden “yepyeni bir hayat” canlanıyor.
Sanal alemde, fiber optik kablolar üzerinden yürüyen ve durdurulamayan yeni bir muhalefet dalgası var.
Günümüz dünyasında adına “siberdemokrasi” denilen yepyeni bir söylemden bahsediliyor.
Sanal alemin gurularından Steve Jobs, bilgisayarı kişisel hale getirmek hayaliyle kurdukları şirkete neden “Apple” yani, “Elma” adını verdiklerini soranlara şu cevabı veriyor:
“Çünkü bilgisayar teknolojisini insanlık tarihini sarsan üçüncü büyük devrimdir de ondan!” Ardından da sözlerine şöyle devam ediyor:
“Birincisi Adem’in yediği elma, ikincisi Isaac Newton’un kafasına düşen elma, üçüncüsü de kişisel bilgisayarın yaratıcısı olan Apple’dır!”
Fransız araştırmacı ve tarihçi Prof. François Caron da bu yeni dönemle ilgili şunları söylüyor:
“İnternet üçüncü büyük sanayi devrimidir. Her üç devrimde de ekonominin gidişatını değiştiren bir şebeke -Network- söz konusudur. 19. yüzyılın başında elektrik şebekesi ve 21. yüzyılın başında demiryolu ağı, 20. yüzyılın başında da internet. Her üç devrim de borsada büyük bir çılgınlığa sebep oldu!”
“İnternette Marka Yaratmanın 11 Değişmez Kuralı” isimli kitapta ise Al ve Laura Ries, Victor Hugo’nun “Zamanı gelmiş bir fikri hiçbir şey, hatta gecenin güçleri bile durduramaz” sözlerine atıfta bulunuyorlar.
Ardından kitapta şu iddialara yer veriliyor:
“İnternet, Vahşi Batı, Altına Hücum ye Oklahama Topraklarının Paylaşımı fırsatlarının bir araya gelmiş halidir. İnternet’i bir kaçırdınız mı, hayatınızın fırsatını kaçırmış olabilirsiniz.
İnternet günlük yaşamımızda pek çok bakımdan değişiklik yaratacak on yılda bir gerçekleşen türden bir devrimci gelişmedir. İnternet’in yaşamımızda yaratacağı değişikliklerin sadece bir kısmı Web’le uzaktan bağlantılı olacaktır.
Net’i belli bir kapsam içinde değerlendirebilmek için 1950’den itibaren on yılda bir gerçekleşen en anlamlı teknolojik gelişmeleri şöyle sıralayabiliriz.
1950’ler Televizyon…
1960’lar Mainframe bilgisayar…
1970’ler Elektronik çip…
1980’ler Kişisel bilgisayar…
1990’lar İnternet…”
Kitapta bu ve buna benzer satırlarla yeni dünyanın yükselen değeri internet anlatılıyor…
Ki…
Zaman, güçlü ve ünlü olana değil, değişen doğa koşullarına uyum sağlayabilen gazete ile gazetecilere yaşam hakkı tanıyor.
Çağın ruhuna, değişime ayak uyduramayan, direnen, geçmişin birçok ünlü gazete ve gazetecisi bugün yoklar.
Şöyle ki:
Yakası karanfilli Şükrü Baban’ın dış politika yazdığı, Esat Mahmut Karakurt’un romanlarının yayınlandığı gazetenin sahibi Safa Kılıçlıoğlu’nun Menderes’le olan ilişkilerinin konuşulduğu Yeni Sabah, şimdi nerede?!
Ya Bedii Faik’in yazdığı, genel yayın yönetmenliğini Kurtul Altuğ’un, yazı işleri müdürlüğünü Güneri Cıvaoğlu’nun yaptığı Yeni İstanbul?!
1950’lere gelinirken binlerce tiryakisinin olduğu Son Posta…
Gazetenin sahibi ve başyazarının Selim Ragip Emeç’in olduğu, oğlu Çetin Emeç’in de mesleğin ilk mürekkebini burada kokladığı Son Posta…
Vakit; öz Türkçe’si ile “Kurun”, Hakkı Tarık Us’un “Vakit”i…
CHP’nin yayın organı Ulus, DP’nin yayın organı Zafer, Havadis, Son Havadis?!
Evet, neredeler bunların hepsi şimdi?
Tabii ki, yok artık bunlar…
Hepsi de kendi arka bahçelerinde, nev-i şahsına münhasır hatıraları ile maziye gömülmediler mi?
Kimi, işletmesinin iyi olmamasından battı.
Kimi, fazlası ile politize olmasından!
Kimi de, değişemediği, yeni habercilik tarzını benimseyediği, çağın ruhuna hitap edemediği için bugün yok!
Kimi gazeteler ise aradan geçen zaman içinde küllerinden yeniden doğdular.
Okuyucu ile buluştular.
Necmettin Sadak’ın başyazarlığını yaptığı, 1960’lı yıllarda Çetin Altan’ın yazdığı Akşam şimdi Mehmet Emin Karamehmet’in sahipliği, Serdar Turgut’un yönetiminde yoluna devam ediyor.
Ahmet Emin Yalman’ın polemiklere girdiği, Emil Galip, Sadun Tanju, Özcan Ergüder’in dikkatle takip edildiği Vatan?!
Bu efsane gazete de Zafer Mutlu’nun patronajında, Tayfun Devecioğlu’nun yönetiminde küllerinden yeniden doğan eskinin yenisi bir başka gazete.
YENİ NESİL GAZETECİLİK?!
Bu bakımdan mevcut tablo karşısında, şunlar söylenebilir.
Artık “gazete, radyo, internet, televizyon, cep telefonu, dergi” medya dünyasının birbirinden ayrılmaz parçaları.
Birini, bir diğerinden ayrı düşünmek mümkün değil!
Şimdi teknolojideki eşzamanlı paylaşımdan dolayı, global medya ve Türk medyası uluslararası yarışta aynı kulvarda yarışıyor.
“Annemizin Ligi” yok artık!
Bu nedenle de hiçbir medya kuruluşu, bir diğerinin önünde değil.
Kopya çekmeye alışmış bir kısım Türk medyası için ise bu yeni dönem bir hayli zor geçeceğe benziyor. Çünkü orjinal olmaları, global ve yerel tadları aynı anda harmanlayıp okuyucu/izleyici/dinleyici/tıklayıcıya yansıtmaları gerekecek!
Zira, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın İnsani Gelişme Raporu 2001’e göre, dünyada 1995 yılında 20 milyon internet kullanıcısı varken, bu rakam 2000 yılında 400 milyona ulaşmış. Kullanıcı sayısı ise 2005 yılında 1 milyar kişiyi aştı.
Dünyada 1994 yılı itibari ile 100 adet web sitesi varken bu sayı 1996’da 1 milyona; 2000 yılında ise 20 milyona çıkmış. 1970 yılında 1 trilyon bitlik bir bilgi transferi Boston’dan Los Angeles’e 150 bin dolara yapılırken, 1999’da bu maliyet 12 sente düşmüş.
Dünyada internet kullanımı yalnızca 1998-2000 arasında 2.8 misli artmış.
Credit Suisse First Boston’nun, “Türkiye internet pazarı” başlıklı raporunda, 2005 yılında Türkiye’deki internet kullanıcı sayısının 16.5 milyon kişiye, internet üzerinden yapılan ticaretin ise 8.3 milyar dolara ulaşacağı tahmin edilmiş.
Şu anda bu tahminlerin de ötesinde bir gelişme var.
Günümüz medyasında, artık tüm medya unsurlarını aynı anda, minumum masraf, maksimum verim ile yönetmek mümkün!
Ama nasıl?!
Bu iş nasıl olacak?!
Bunun için önce silkinmek, sonra “yine yeni yeniden” diyerek yeniden yapılanmak gerekiyor.
Yaygın kullanılan habercilik anlayışı ve haberin kullanım tarzı da değişmeli!
ABD’de gazetecilik için “Yarı edebiyattır” denilir.
Türkiye’de de bu anlamda bazı sayfa ve isimlerden de vazgeçilmesi şart…
Yeni sayfa ve yeni isimlerin okuyucu ile buluşması gerekiyor.
Yeter ki; tüm bunlar yapılırken, internet ve televizyon relitesi hiç akıldan çıkarılmasın.
Yaşamda her şeyin bir doyma noktası olduğu bilinen bir fizik kuralıdır!
Eski tarz gazetecilik anlayışı, doyum noktasına aşalı çok zaman oldu.
Oysa yaşamda tüketmek, tercih etmektir!
Türkiye’de geçen on yıl içinde, tercih etmesini bilen bilinçli bir tüketici profili oluştu.
Bunlar aynı zamanda birer “medya tüketicisi”!..
Yeter ki sorunlar doğru teşhis edilebilsin(?!).
Doğru zamanda, doğru çözümler üretilebilsin (?!).
Onun için günümüz Türkiyesi’nde internet ve tv gerçeğine rağmen, günde ortalama 1 milyon gazete satmak bana göre hayal değil.
Yeter ki, “internet, tv, radyo, cep telefonu, e-mail zinciri, gazete, dergi” eşzamanlı olarak kullanılabilsin.
Bir Orkestra Şefi’nin hakimiyeti içinde “haber şöleni” yönetilebilsin!
Ve…
Son olarak…
Unutulmamalıdır ki, bu medya unsurlarından hiçbiri bir diğerinin rakibi değil!
Aksine iyi kullanılması halinde, çok iyi bir tamamlayıcı unsur olarak değerlendirilebilir!
Gazete yönetimleri de artık internete “besleme çocuk” muamelesi yapmaktan vazgeçmeli!
“Yeni Nesil Gazetecilik” yapmak için çağın ruhu ile kucaklamalı.
Aksi halde basın mezarlığı nice kendini vazgeçilmez sanan yayın ile dolu!
Hatırlatırım.
Hadisenin özü ve daha ötesi bu!
Sevgiler
Hayrullah Mahmud
22 Aralık 2005